Coşkuyla Ölmek, Şule Gürbüz

Yazar Cuma, Ocak 15, 2016


görsel www.neokur.com'dan

Pek mutluyum a dostlar, yepyeni bir yazar keşfettim. Tonlarca toprak kazıp birkaç gram altın bulmak gibi benim için, ayıla bayıla okuğum bir kitap bulmak .In my blue castle,  blogunda yazarla yapılan bir söyleşiden bahsetmişti, ilk orada duydum, kendisine de bu vesileyle teşekkürlerimi sunuyorum.

Kitap dört uzun öyküden oluşuyor. Bambaşka, esrarlı, tuhaf bir dili var. Heyecanlı, soluk soluğa okunacak hikayeler, olaylar yok ama hevesle okudum. Acaba ne olacak duygusu olmadan öykü okumak ilginç bir deneyim oldu.

Anlatmak zor, alıntılar yapayım, belki daha iyi anlaşılır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

''Hayatından memnun olmanın tadı ve sıcaklığı ile ben de bir sobanın arkasına ya da kaloriferin altına konmuş, patatesli, mayalı bir hamur gibi göz göz kabarıp yumuşuyor, halimle şişkinleşiyordum. Bana uzanacak her elde bir poğaça olmaya hazır, kendimden çoğaltmaya teşne idim. Bir türlü camiden çıkmayan ihtiyarlar, kıraathaneyi terk edemeyen emekliler, sokaktan ayrılamayan çocuklar, minderinde yerini değiştirip bir sağa bir sola yatan ve kısa bakışı ile dünyanın hep aynı kalışına memnuniyetle bıyık titreten kediler gibi ben de pideciden ayrılamıyor, ayak sürüyordum.''




''İnsan kendi ile başkaları arasındaki farkı ya da benzerlikleri nasıl bulur, bunlardan, bunların her şarttaki sabitliklerinden nasıl emin olur, bunu bilemiyordum. Kendimi sıkıntılı ama bir yandan mağrur görüyor, ötekileri sıkıntısız ve haysiyetsiz sayıyordum. Birinin biraz alttan alışı gönlümü bulandırıyor, biraz efelenişi yine nefretimi çekiyordu. Neşeli, ve dışa dönük insan en sevmediğim insan iken, ketum ve içe dönükleri faydasız ve bencil görüyor, okumuşları ayağı yere değmez ve afaki, sıradanları cehaletin tadını sündüre sündüre çıkaranlar olarak görüyor, gördüğüme göreceğime pişman oluyordum. Böreği yağlı, kurabiyeyi kuru, gofreti ahmakça, kuru yemişi bayağı buluyordum. Tencere yemeğini yabani ot gibi fazladan çoğalmış, ızgaraları küstah ve kibirli, domatesi söğüşken köylü, pişmişken evli ve çoluk çocuğa karışmış görüyordum. ''  (Domateste koptum!)

''Genç sadece canlıdır. Canlı ama ruhtan uzak, canlı ama akıl ve anlayıştan uzak. Heyecan, ürperti, korku, tedirginlik, vesvese, telaş ve tuhaf bir coşkunlukla tıka basa dolu. Gencin coşkusu derken bu coşkunun çoğu hayal kırıklığının taşması neticesinde oluşan keder coşkunluğu ve hayatiyet gibi de görülebilecek ölüm coşkusudur. İhtiyar coşkusuz ölür, genç eğer ölürse coşkuyla ölür. İtiraf edeyim gençken ölmeyi çok isterdim. Coşkuyla ölmek isterdim.'' ( Kitabın ismi, ne alaka derseniz.)


''Kendi soluğumu duymaktan, uydurduğu efsanesine inanmaktan, hem anlatan hem dinleyen hem hem hayret eden hem de sonunda 'Huuuu' diyen olmaktan, yerimi tayinden şaşkındım''




''Ne tuhaf şey çocukluk, hiç bir şey tuhafına gitmiyor.''

''..çünkü ömrüm dramatik konuşmalar yapıp kendi konuşmamdan büyülenmekle, tekrar böyle bir konuşma fırsatı beklemekle geçmiştir. Gerçi sanıyorum ki bütün kafasızlar aynı durumdadır. ''

'' Sadullah, tersleri ve uyumsuzları hiç merak etmedi. Telgraf çiçeğinin adını, sümbülteberin şairde açtığı yarayı, iğde kokusunun aniden ağlatışını, trenleri ve hatmi çiçeklerini, güneş ister sanılan küpe çiçeğinin gölge merakını ve az suyla kifaf buluşunu hiç merak etmedi. Çayın ılık suya küsüşü ve renk vermekten kaçınması, ağaçların fazla meyvelerini atması ve bu meyvelerin düştükleri yerden hep dönüp de bu ağaçlara bakması ona hep tabii geldi.Gittiğimiz camilerde, genç bir abid topluluğunun ibadet ettikleri için artık dünyanın kendilerine devredilmesini isteyen dünyevi soluyuşları ve dışarı çıktıklarında bunun hala gerçekleşmeyişine duydukları sert ayakkabı çekişleri Sadullah efendinin dikkatini çekmedi.'' (Off, bayıldım buna ben)

''Hayatla her anlaşmaya varan, varamayanın kederini artırır., onun garipliğine bir ilmek daha atar.  Dünyayı her makul bulan onu ayıplayanı yalnızlaştırır,tuhaflaştırır, şartlarını her kabul eden ve ona göre davranan, yaşamada şart olmayacağını düşünenin önermesini daha da gizler, daha da bulunmaz yere saklar ve bunu arayanı da gitgide azaltır.''

''Sıkışık ve daracık kutuma girince 'Ne yapayım, dünyadaki yerim bu kadar' der gibi bir his beni hemen sarıyordu. Halbuki dünyada bu kadar da yerim olmadığını pekala biliyordum. Bilmek içimdeki bir sırdı. Bütün bildiklerim birer sırdı. Bilgi söylememem karşılığında edindiklerimdi.''

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ben çok sevdim Şule Gürbüz'ü. Umarım bol bol yazar biz de ağzımız açık okuruz.






Benzer Yazılar

1 yorum

  1. Farklı bir kitaba benziyor alıntılardan anladığım kadarıyla... Tatlı bir anlatım dili var sanki...
    Not ettim... Yorumun için teşekkürler.

    YanıtlaSil