Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

Yazar Pazartesi, Kasım 23, 2015




Erdal Beşikçioğlu oynadığı için izlediğim ve beğendiğim bir film oldu. Onun yerinde başkası olsa ''eh işte'' derdim doğrusu.

Türk televizyon dizilerinin onda dokuzu çöp. Kıyafet , çanta, ayakkabı ve takı satmak için kurgulanmış 180 dakikalık moda kataloğu videosu . Serenay'la aynı küpeyi veya çantayı kullanınca havalı olduğumuzu sanıyoruz. Sadece seyretmek ve sergilemek üzerine yaşanıyor. Dünyamız bunlardan ibaret. Sergileyecek bir şeyimiz yoksa bir hiçiz. Çok katlı avm'nin uyduruk bir hamburgercisinde yemek yesek yer bildirimi , uçağa binsek yer bildirimi, kahve içsek yer bildirimi. Altında da yorumlar ''afiyet olsun cnm, sefan olsun tatlım'' . Eeee, ne oldu şimdi? Birileri sana imrendi mi, kıskandı mı, böylece daha kabul edilebilir bir hayatın mı oldu? Dizi sektörü bu ''teşhir'' hastalığının en ateşli azmettiricisi bence.

Gel gelelim arada sırada öyle işler yapıyorlar ki hayranlıkla izlememek elde değil. Behzat Ç. Gibi. 2010 yılında yayınlanmaya başlayan diziyi çok severek takip etmiştim. Hala açıp izliyorum arada sırada ('Evde' isimli 84. bölüm favorim). Pilli Bebek'in müzikleri, Hayalet ve Akbaba'nın naif / romantik halleri, Güven Kıraç ve Nejat İşlerin esprili rolleri, Canan Ergüder'le başlayan savcı Esra- Behzat aşkı, her bir karakterin okkalı birer ''kaybeden'' olması ilk aklıma gelenler Behzat'ı düşündüğümde.

Beşikçioğlu'nu bu sayede keşfettim. Tanıdıkça, izledikçe, okudukça daha çok sevdim. Hem oyuncu olarak çok başarılı hem de sıradan bir adam. Kızına, oğluna, eşine olan bağlılığı hemen hissediliyor. Onlarla bir arada akşam sofrasına oturmaktan, kızını okula birakıp almaktan, karısıyla ilgili sözlerinden buram buram ''aile babası'' olmaktan aldığı haz hissediliyor.

Gelelim filme.

Arif Berke henüz hiçbir kitabı basılmamış bir yazar. Bir gece klubünde dj'lik yaparak kıt kanaat geçiniyor. Kadınlarla ıssız adam kıvamında ilişkileri oluyor. Derken bir gün katıldığı bir düğünde sigaraları ile konuşurken kendisini izleyen bir kadınla karşılaşıyor. Kadın hem güzel hem cesur hem de ağzı iyi laf yapıyor.

Müzeyyen gibi kadınları anlatan ve filmden bahseden şahane bir yazı yazmış Filiz Aygündüz. Bakın Müzeyyen nasıl bir kadın: 

Bir yaşam istiyorsan, çal onu’
Derken günün birinde Arif’in karşısına kafasında bir vesikalık halinde duran o kadın çıkar: Müzeyyen. Yaşadığı hayat gibi, yazdığı romanın da başkahramanıdır bu kadın. Onu şöyle tanımlar: “Hiçbir zamana ait değilmiş gibi duran, yetişecek hiçbir yeri yokmuş gibi kayıtsız yürüyen, pencereden giren sabah güneşlerine karşı birlikte uyanabileceğim, hem biraz sokulgan hem alıp başını giden, hem çapkın hem sadık”... Hepsi bu kadar değil tabii. Bir kere kendini seven, bu nedenle de kolayca sevilen bir kadındır Müzeyyen. Kimseyi etkilemeye çalışmaz. Sıcakkanlıdır. Arif gibi adamların tekinsizliğini etkileyici bulur, onları evcilleştirmekle filan uğraşmaz. Maharetli bir oyunbozan olduğundan, daha önceki ilişkilerinde kadınlara paspas muamelesi yapan adamların bütün kalelerini bir gülümsemeyle yıkıverir. Kendine güveni sonsuzdur. Hayata karşı sertleşmeden olanca naifliğiyle meydan okur. Neşelidir ve evet cilveli de... En önemlisi ‘iyi bir kadın’ olmanın çok yorucu olduğuna inanır. Öyle büyük bir iştahla kendini anlatmaz, karşısındaki erkeği etkilemek için klasik kadın oyunlarına haşa tenezzül etmez, o güne dek sevgilisini kıskanma duygusunu tatmamış adamı kıskançlıktan kıvrandırır. Ama bütün bunları hesaplı kitaplı yapmaz. Filmde Arif’in çok iyi ifade ettiği gibi “Bizim buralarda kadınlar, ayıp günah yasak üçgeninde sıkıştırılmış vaziyettedir. Ama öyle görünüyordu ki Müzeyyen bu üçgeni çoktan yırtmış yerine bir şeytan üçgeni yaratmıştı”. Öyle bir kadın düşünün ki kitaplığındaki tek fotoğraf çerçevesinde, zekâsıyla Nietzsche, Freud ve Rilke’nin aklını başından almış, onları kara sevdaya düşürüp ‘çıt’ diye terk etmiş Lou Salome’nin fotoğrafı var. Altında da şu yazı: “Dünya sana hediye sunmaz, inan bana, bir yaşam istiyorsan, çal onu.”

Arif feci tutuluyor Müzeyyen'e . Birlikte yaşamaya başlıyorlar ama kızımızın geçmişte kalmış olması gereken  bir sevgilisi var. Bir şekilde bu adam ortaya çıkıyor ve Müzeyyen Arif'i pat diye tek ediyor.

Hikaye bu ama arka plandaki edebiyat, İstanbul ve Erdal Beşikçioğlu benim için yeterli oldu. Keşke sinemada izleseydim.

Finali oldukça güzeldi, Arif'in Müzeyyen'e verdiği cevap ve Müzeyyen'in neler kaçırdığını gösterme şekli çok çarpıcıydı. 

Seviyoruz merkez :)


Amirimi böyle yumuşak yumuşak, aşkla bakarken izlemek ne hoş..

Derya Alabora'nın ''Öyle ilişerek ilişki olmuyor. İlişki dediğin sorumluluk istiyor. '' ve ''Her hikayenin sonunu sen yazamazsın '' cümleleri aklımda kalan.

En sevdiğim sahnelerden birinde ise Arif Müzeyyen'e ''Benim kadınım olur musun?'' diyor . Besbelli etkisi kanıtlanmış bu soruya Müzeyyen'in cevabı bence harika:

'' O zaman kendimi güneşin huzurunda senin kadının ilan ediyorum ama aslında ben senin fahişen olmak isterdim. Beni sadece bedenim için sev isterdim. İyi bir kadın olmak çok yorucu, anlıyorsun değil mi?''



Not: Aynı yönetmenin altın portakallı filmi Geriye Kalan'ı da izledim. Malesef hiç beğenmedim. Çok basit, klişe. Neye göre ödül almış anlamadım. Benim için vakit kaybıydı :((

Benzer Yazılar

8 yorum

  1. "Bazıları bir'i yarım sayar ve iki yaparak tamamlamaya çalışırlar. Oysa iki lanet sayıdır. Kendine yetmez, hep üç'e koşar."
    Ne etkilenmiştim filmi izlediğimde...
    Erdal Beşikçioğlunun o salaş halini seviyorum... Bu filmdede öyleydi, kendi gibi...
    Finali hakikaten oldukça iyiydi...
    Çok güzel anlatmışsınız filmi hakikaten...
    Sevgiler...
    Mutlu haftalar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah, aslında yazmaya başlamadan önce aklımdaydı o cümle ama unuttum! Teşekkürler.

      Sil
  2. okurken dolu dolu olan yazılar beni mutlu mutlu gülümsetiyor,teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağolun, inanın kendim de dönüp okuduğumda bazı yazılarda çok daha fazla mutlu oluyorum.

      Sil
  3. Bu film beni de çok etkilemişti. Erdal Beşikçioğlunun kendine has tavırlarını seviyorum. Bu filmde de çok iyiydi, doğruydu bence. Yalnız ben alışkanlıklarımdan ötürü alakalı alakasız her filmin mutlu sonla bitmesi beklentisi içerisindeyimdir, bunda da bir yanım öyle olsun istedi. Ama bu taa başından itibaren mutlu sonlu bir film olamazdı zaten ve iyi ki olmadı da. Arif Müzeyyene o son sözünü söylediğinde kadının duygularının içinde olmak isterdim. Ve elbette yukarıda Oytunla Hayat blogu sahibesi arkadaşımın yazdığı sözü unutmak ve ondan etkilenmemek mümkün değildi:)
    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tuğba o son sahnede Müzeyyen'in duyguları çok acı verici değil midir sence de? Büyük bir pişmanlık ve ''eyvah'' vardır diye düşündüm ben. İçinde olmak istemen duyguların yoğunluğundan sebep mi?

      Sil
  4. Merhaba blogunuzu takipteyim bloguma beklerim

    YanıtlaSil