ÇILDIRMAMAK ELDE DEĞİL

Yazar Perşembe, Temmuz 17, 2014



35 yaşındayım. Kendimi çok genç kabul ediyorum. Ama öyle cümleler var ki dilimde ,sanki doksan yaşındaymışım gibi hissediyorum. Örneğin benim lugatımda kul hakkı yememek  diye bir kavram var. Dini gelenekte ''Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil '' şeklinde bir cümle var.

Her gün cinlerimi tepeme çıkaran, kalbimi sıkıştıran, bu ülkeden gitsek dedirten yeni bir şey oluyor. Memleketimizin dağı, taşı, denizi, ormanı talan ediliyor. Ne için?? Daha lüks arabalara binmek, daha yüksek katlı binalarda oturmak için mi?

Neler mi oluyor?

-Zeytinlikler imara açılıyor..Ege'nin cennet sahilleri böylece her şey dahil otellere dönüşebilecek, ne güzel değil mi? Erken rezervasyonla üç kuruşa tatil satın almış turistler çoluk-çocuk açık büfeleri talan etsin diye. Parası olan turist zaten gelmeyecektir emin olun Türkiye'ye. Yüzlerce yıldır aynı kalmış, korunmuş, tek çivi çakılmamıs onca Avrupa, Asya hatta Afrika şehri varken adam ne yapsın Çin malları ile doldurulmuş, ucuz tezgahları?

- Yerli tohum ekmek yasaklanıyor..Nerelere gidelim, başımızı hangi duvarlara vuralım? Bu kadar da olmaz diyeceğim ama oluyor.

-Doğal bir cennet olan Gökçeada'ya sintine depolama tesisi yapılıyor. Sintine neymiş diye baktığımda bildiğimiz foseptik çukuru gibi bir şey olduğunu görüyorum. Gemi vs deniz taşıtlarının bütün atıklarının toplanıp imha edildiği tesislermiş. Yani güzel bir parkın ortasına en pis atıkların doldurulduğu bir depo koyulduğunu hayal edin. Hangi akıl , hangi mantık?

İşin tuhafı hepsi gözümüze soka soka hiç çekinmeden yapılıyor bunların. Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz bir yığın insanımsı uygun adım yürüyüp, aç çekirgeler gibi ne bulursa yiyor, Kimseden korkuları yok. Bizler ise sadece seyrediyoruz.

-Gıda terörü almış başını gitmiş durumda. Yediklerimiz tam anlamıyla çöpten ibaret. Süt, yoğurt, ekmek gibi en temel gıdaların neredeyse hiç besin değeri kalmamış, üstelik ekmekte bile şeker var, ağartıcı var, var oğlu var.  Saçma sapan şeyleri tartışırken biz, adamlar ekmeğimizle havamızla, suyumuzla oynayıp, kanserin ve kronik hastalıkların grip gibi yaygın olmasını sağlıyorlar. Ee, dev bir ilaç ve sağlık endüstrisi nereden para kazanacak? Sürekli yeni ilaçlar, yeni aşılar üretiliyor.Kime satılacak onca ilaç? Bebeklikten itibaren vücutlar zehirle doldurulsun, okul denen hapishanelerde beyinler tornadan geçirilsin, bir ev bir araba için 40 yıl istenmeyen işlerde çalışılsın, sonuç: Depresyon, panik atak, obezite, kanser, şeker, tansiyon. Kutu kutu ilaçlar, testler, görüntüleme yöntemleri, ameliyatlar. Çıldırmamak elde değil.

Ne yapmalı peki? Bu çarkı tersine döndürmek çok zor biliyorum. Geçenlerde bir profesör hocam ile konuşurken şekerin zararlarını öyle bir anlattı ki ''hocam'' dedim, ''neden bu kadar derneğimiz varken, pediatri derneği, kalp derneği gibi, doktorlarımız ortak bir bildiri yayınlamıyorlar?'' Adam aynen şunu dedi: ''Bu konuda azcık sesiniz yüksek çıksın, kariyerinizi bitirirler''

Kendimce yapabildiklerim şunlar:
-Tüketime sınır koymaya çalışmak. Giysi, oyuncak, ev eşyası almaya kalktığımda ''Gerçekten buna ihtiyacım var mı''sorusunu sormak
- Gida alışverişimi mümkün olduğunca çiftliklerden yapmak, İpek hanım Çiftliği (Nazilli) , Varvil Çiftliği (Bodrum) gibi.
-Belki bir işe yaramıyor ama yine de Change.org gibi değişim yaratmaya kalkanlara destek olmak
-Ev yapımı olabilecek ürünleri evde yapmaya çalışmak. İlk dondurma deneyimimiz berbat oldu ama denemeye devam.

Şimdilik böyle.. Umalım ki bu gidişe dur diyecek insanlar olsun, günden güne artan sayılarla.

Benzer Yazılar

2 yorum

  1. Küçücük adımlar, küçücük gibi gözüken eylemler dünyayı koruyor..damlaya damlaya göl oluyor..
    umuyorum ben de...dur desin birileri..diyelim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kötülük sonsuza dek sürmez diye umuyorum. Elbette iyi şeyler olacak. Olumsuza odaklanmanın faydası yok. Güzellikleri görmeye, yazmaya çalışmak lazım..

      Sil