İpek Hanımın Çiftliği: Umutlu Olmak İçin Neden Arıyorsanız İşte Burada

Yazar Cumartesi, Kasım 07, 2015


Çiftliğin sahibi Pınar Kaftancıoğlu'nun hikayesini anlatmayacağım. Her yerde bulabilirsiniz. 2 kasım itibariyle satışta olan ürünleri saydığı elektronik postasının başında öyle bir yazı yazmış ki, unutmamak için buraya kopyalamak istedim (Kendisinin izniyle tabi) 

Buyrunuz:

''İnsanın naturası binlerce yıldır belli... Doğadan olduğu gibi yakala, onu ye, kopart, onu ye; önce pişirmeden, sonra pişirerek...  Bedensel gücü önce bünyesinde var edip sonra da harcamak üzerine kurulu çok basit, tam da olması gerektiği gibi bir sistem. Biz böyle böyle binlerce yıl yaşadık. 

Dönem oldu salgın çıktı, dönem oldu hastalık her yeri sardı kırdı da genele baktığınızda virüs, bakteri ve hastalıkların minimal etkide olduğu kocaman bir tarihimiz var. Ölümler evet, bugüne kıyasla çok daha erken idi ama sebepler daha net ve belki daha masumdu. Ne bileyim mızrak saplandı, biri kafana taşla vurdu, düşüp bir yerini kırdın, arslan yedi, boğa ezdi falan... Dişlerden kaynaklı enfeksiyonun tüm vücudu sarması gibi durumlar da çok... Antibiyotiklerin eksikliği yadsınamaz ama bugünkü gibi bir antibiyotik yağmuru, hatta tufanı gerçekten gerekli miydi bilemedim?  



Kimya biliminin ortaya çıkış amacı masum iken gıdaya uzanan kolu bambaşka bir rüzgara kapıldı. Yiyeceklerin raf ömürlerini olmayacak sürelere uzattı, cazip renkler ve kokular ile satın alma / tüketme duygusunu kamçıladı, nörolojik algılarınız ile oynayıp yediğiniz her şeyde harika bir tat duygusu verdirtti. Bağımlılık yarattı, ham maddeleri taklit etti, ikame etti, -mış gibi görünmelerini sağladı. Sürreal bir durum doğurdu özetle.

En ucuza üretmek, en uzun son tüketim tarihlerine ulaşmak, en kolay satılabilirlik... Yarattığı cezbedici görsellik ile görme duyumuzdan girdi, içeriği ile beynimizdeki salgıları etkileyerek kandırmaya devam etti. Mümkün olan en düşük maliyet ile üretip mümkün olan en yüksek fiyattan satmak üzerine kurulu bir düzende "doğru besin kaynağı", "vücudun sorunsuz kabullenip sindirmesi", "bedene sağlık katacak üretim" gibi kavramların yeri zaten olamazdı. 



"Al, benim paramla beni hasta et; sonra da tedavi etmek için sana tekrar para vermek zorunda kalayım.". Kissinger olayı özetlemişti. "Gıdayı yöneten dünyayı yönetir.". Doğru. 

"Savaşlar artık topla tüfekle yapılmıyor..." deyişi herkesin ağzında da; "...gıda ne güne duruyor?" tamlaması halen yeterince konuşulmuyor. Oysa öldürecekler ise gıda ile, seyreltecekler ise gıda ile, parasız pulsuz bırakacaklar ise yine gıda ile yapıyorlar. Hasta edip cebindeki son kuruşu da diyalizde, bilmem ne grafisinde, milyar dolarlık sağlık endüstrisinde almanın yolu da gıdadan geçiyor. Ama önce bir sızmak, gıdayı bozmak gerekiyor. "Sana yardım ediyorum" ayakları, sızmak için en kolay giriştir hep. 


Güzel, varsıl, bereketli, eşi benzeri olmayan topraklarımız vardı bizim. Yorulduğumuz, zorlandığımız da oldu elbette ama üretiyor, yetiyorduk kendimize. "Aman" dediler "sen üretme.". Neden? "Ben veririm sana.". Saf gönüllerimiz ile Marshall Yardımı'nın bu sunumuna inandık. Savaştan çıkmış yorgun ülkelere bir nefes, bir iyilik... Oysa olay Hindistan'a yaptıkları tarımsal şekillendirmenin çok küçük farklar ile neredeyse tam bir modellemesi idi. Fark etmedik. Safça sevindik.1948'den 1951'e kadar bize epey de bir el attılar, doğrudur. Aktı yardımlar. İyi ama sonra..? Siyasi yanı beri kalsın, onu daha iyi bilenlere bırakıp tarımsal yardımların ne gibi sonuçlar doğurduğuna kısaca değineyim ben. 

Buğdayımızın başağının sapının ince olduğu düşündürüldü. Bize müthiş iyilikler, güzellikler getirme arzusundaki bilim insanları çalışmaya başladı. "Verim" dediler, "ıslah" dediler, "maksimizasyon" dediler; buğdayımızın yapısını değiştirdiler. Oysa bizim ekim - dikim alanlarımız bırakın kendimizi, az zorlasanız tüm Avrupa'yı doyuracak kadar çoktu. Ama işte yok, buğday "ıslah" oldu. 

Sonra..? Sonra çölyak başladı, alerjiler başladı; MS, otizm, diyabet, obezite grafikleri birden fırladı. Diğer yardımlar, destekler de işin içine girince tanısız hastalıklar, tanılı ama nereden start aldığı belirsiz hastalıklar depara kalktı. Araştırmalar? Sebepler  sonuç bağları..? İdealist ve küçük bir yüzde ile sınırlı kalanlar dışında bugün tıp dünyasında ilaç sektörünün onay vermediği, fon sağlamadığı bir araştırma ne yapılabilir ne de yayınlanabilir. Tarihler istatistikler kalıyor size; bir de gözlerinizin önüne serilen tuhaf durumu görebilme yetisi... 

Besinin ilaç olduğu bir coğrafyada yediklerim sayesinde yaşadığım farkı içimde, yüzümde, gücümde, enerjimde, moralimde görüyor ve hissediyorum. Kendimi dinliyorum. Gözlerimi açtığımda çevremi görebiliyorum. O öyle söylemiş, bu böyle demiş falan, tamam da; ben farkı anlayabiliyorum. 

Hasta olmuyor muyum? Elbette oluyorum. Ancak bağışıklık sistemim daha ben müdahale etmeden, kısa bir süre ateş falan derken bitiriyor işi. Ağrı kesicileri hiç kullanmadım. Hiç ağrı duymadım çünkü. Neremde bir ağrı başlayacaksa beynim oraya bir enzim filan yolladı zaar... İyiyim ben böyle. 


Buğdaya gelince... Türkiye'de hala 1950 öncesinden gelen, ellenmemiş, yardım edilmemiş buğdaylar var. Kastamonu Siyez, Kars Kavulca, Üveyik, Karakılçık, Kunduru vesaire vesaire... TİGEM sitesinden basit birkaç araştırma ile ellenmemiş buğdayları, çok iyi araştırarak bunları gerçekten kullananları (etraf yalan dolu, "çok iyi araştırarak" kısmı bu yüzden önemli) bulabilirsiniz. Buğdayı en sindirilebilir hale getiren gerçek ekşi maya ile hazır maya kültürünü yine biraz araştırma ile ayırabilirsiniz. Sonrası kolay; Mutfak Penceremden sitesinde doğru bir pişirme tekniği var. Birebir uygularsınız. 

"Nereye kadar kaçabilirsin?" sorusuna "Kaçabildiğim yere kadar." yanıtını verin. Start verin. Üç gün iyi ekmek yiyin, vücudunuzu dinleyin. Sonra iyi süt, iyi domates, iyi bal, iyi yağ diye diye devam edersiniz.''


Teşekkür ederim Pınar Hanım. Klavye başından kalkmayan nice vatansever değil bizi daha iyiye götürecek olan. Üreten, zehirsiz gıdanın, yerli tohumun peşinde olan sizin gibi gerçek kahramanlar umut veriyor bana. Yolunuz zaten açık. Şansınız da bol olsun. 

Benzer Yazılar

0 yorum