Kafesler ve Ba(ğ)zı Kararlar

Yazar Cuma, Haziran 19, 2015 , , , ,





Tesadüfen elime geçti Kafesler. Biraz bakayım dedim, ilk sayfalarda bir pankreatit hastasının hastane, ilaç,doktor üçgeninde geçen epey sıkıntılı günlükvari bir anlatımıyla karşılaştım. İlgimi çekti. Okumaya devam ettim.

Hastamız yağlı hiç bir şey yiyemiyor, günlük hayattan tamamen uzaklaşmış, evine kapanmış. Arada sırada zorla dışarı çıkıyor. Bu çıkışlardan birinde Dilek isminde çok güzel, sevimli bir kız masasına oturmak istiyor. Memnuniyetle kabul ediyor bu teklifi adam. Aralarında bir sohbet başlıyor. Aradan bir kaç gün geçince Dilek , adamın anlattığı bir hatırasını güzelce hikayeleştirmiş olarak evine kargoyla gönderiyor. Ev adresini nereden biliyor peki? Meçhul.

Kızın yazdığı hikaye ilginç. Hastamızın 31 yaşındayken işlerinin bozulduğu, iflasın eşiğinde olduğu bir zamanda apar topar askere alınışını anlatıyor. Adam ilk anda asker kaçağı olduğu için yakalandığını bilmiyor. Nezarethaneye götürülüyor, 2-3 gece kalıyor içerde. Sonra da birliğine teslim ediliyor.

Nezarethanede olan herşeyi anlatıyor hikaye. Dayaklar, işlemedikleri suçları kabul etmeye zorlanan hırsız çocuklar vs. Bu ayrıntılı anlatım askerlik boyunca devam ediyor. Dayak, copla dövülme, küfür gayet sıradan. Kahramanımız çok sıkılıyor ve çeşitli yalanlarla komutanın gözüne giriyor. Komutan bir iş için adamımızı Ankara'ya gönderiyor ve adam terhise 40 gün kala firar ediyor. Uzun bir süre boş bir evde gizleniyor, baktı olacak gibi değil, teslim oluyor birliğine. Yargılanıyor ve 4 ay hapse mahkum ediliyor.

Hapishane hayatı ayrı bir dram. İşkence, tecavüz, açlık her şey var. Okurken içim daraldı. Cezası bitiyor, tekrar askerlik. 40 günün dolması ile de nihayet özgürlük.

Adamımız, bu hikayeyi kısım kısım Dilek'e anlatıyor. Arada buluşuyorlar. Hatta kız onun evinde kalıyor bir iki gece. Hikayenin son kısmına geldiğinde Dilek ulaşılmaz oluyor. Tam da ümidini kesecekken Dilek'in annesi arıyor kahramanımızı ve uzun, film gibi bir öykü anlatıyor. Meğerse anne yıllar önce bu adamın şirketinde çalışmış ve platonik olarak aşıkmış patronuna. O sıralarda alkolik bir sevgisi varmış. Kadın ne yaptıysa sevgilisini alkolden vazgeçirememiş, adamcağız işini, evini ve sonunda hayatını kaybetmiş alkol yüzünden. Kadın da adamdan kurtulmak için patronuyla yattığını söylemiş . Hikayeyi bir şekilde öğrenen Dilek, patronu (yani bizim hastayı) babası kabul etmiş. Bu arada Dilek şizofreni hastası olmuş. Patronu takıntı haline getirmiş ve adresini bulmuş; hakkında her şeyi öğrenmiş.

Kitap böylece bitiyor. Hastamız ve anne geç kalmış da olsa bir ilişkiye başlıyorlar Dilek sayesinde.

Şimdi, bu kitap bana ne kattı? Okumasam ne olurdu? Alkolün ne kadar sinsi ve ciddi bir ''kötü alışkanlık'' olduğunu iliklerime kadar hissetmek dışında hiç bir şey vermedi bana. Akıcıydı, sıkılmadan okudum. Zaten artık sıkıldığım kitaplara devam etmek için kendimi hiç zorlamıyorum. Murakami okuyamadım, Ursula K. Le Guin hakeza..

ahanda ben:) dermişim.

Birçok blogda güzel okuma şenlikleri ile karşılaşıyorum. Falancadan bir kitap, filanca yayın evinden başka bir tane, adında atıyorum ''Ev'' geçen bir kitap vs. bir sürü kategori yapmışlar. Az okuyan bir milletiz, elbette çok değerli bu tarz etkinlikler , blog paylaşımları  ama bana uymuyor. Ben galiba 8-9 yaşımdan beri kronik okurum zaten. Ne bulsam okudum son 5-6 yıla kadar. Artık sadece beni gerçekten heyecanlandıran, kalp atışlarımı hızlandıran, ''İşte bu, işte bu'' diye sesli / sessiz çığlıklar attıran kitaplar okumak istiyorum.

En son Hakan Günday'ın Daha'sında attım o çığlıkları. Sonra Öfke Dansı'nda (Blog arşivimde var. Sürekli kendi yazısına link veren blogcular gibi yapmayayım ). Murathan Mungan , Ahmet Altan, Elif Şafak ve canım Cihan Aktaş her daim favorim. Her kitapları değil ama. Bazıları. İsyan Günlerinde Aşk, Kılıç Yarası Gibi, İçimizde Bir Yer, En Uzun Gece , Üç Aynalı Kırk Oda, Kadından Kentler, Yüksek Topuklar, Mahrem, Bit Palas ilk aklıma gelenler. Yüreğimde yer edenler. Ruhuma dokunanlar. Beni daha iyi, daha zengin, daha dolu bir insan yapanlar.

en sevdiklerimden birkaçı

Tess Gerritsen ve Grange çok okurdum bir ara. Cinayet ve polisiye deyince bu iki yazarı tek geçerim . Sonra düşündüm; sadece vaktin nasıl geçtiğini anlamama lüksünü yaşatmış bana o kitaplar ki bazen çok gerekli bir şeydir. Depresif ruh halime en iyi ilaçtır akıcı bir kitap okumak. 750 sayfalık Grinin Elli Tonu kitabını bir gecede okumuştum, çok sarmışsa beni, uyumayı unuturum , o kadar diyeyim.

Lakin hayat o kadar uzun ve cömert değil a dostlar. İstediğimiz her kitabı okuyacak, her filmi izleyecek kadar zamanımız olmayacak ne yazık ki. Bunu fark ettiğimden midir bilmem ben artık çok seçiciyim okumakta . O kadar güzel kitaplar ve filmler var ki..Aramak , bulmak , zevkine güvendiğim blogger'ları takip etmek daha akıllıca geliyor şimdilerde bana.

Hepimize iyi okumalar, iyi seyirler. Size çığlık attıran kitaplar varsa ve paylaşırsanız çok sevinirim.

Benzer Yazılar

4 yorum

  1. Anlattığına göre gerçekten de ruha dokunacak pek bi yeri yokmuş. Hatta işkence ve tecavüz sahneleri daraltıyor beni okumak istemiyorum gelemiyorum böylesi iç acıtan olaylara...
    Bayıla bayıla okuyacağın işte bu diyeceğin kitaplarda buluşmak üzere sevgilerimle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Çocuklu hayat. Umuyorum ki yeni yazarlar keşfederim tez vakitte.

      Sil
  2. Elif abla anlatıma göre biraz saçma bir kitaba benziyor , Ama bende hasta doktor ve ilaç olan kitaplar ilgimi çekiyor boş vaktim olduğunda ve elimdeki kitaplar bittiğinde alacaklarıma ekledim belki alırım diye teşekkür ederim anlatım için

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okumakta fayda var o vakit Gökhan kardeşim. Hastalık mevzusu epey işleniyor.

      Sil