Ekim Ayında Bir Pazar Sabahı

Yazar Cumartesi, Ekim 10, 2015 , ,


4 ekim pazar günü, sekiz gibi (Ne harika değil mi? Altıda uyandığımız nice sabahı düşününce..) uyandık. Güneş pırıl pırıl parlıyordu. Evin babası bir süredir oldukça yorgun görünüyordu ve ben deniz kenarında sakin bir sabah arzuluyordum.

Oğlanları simit alma vaadiyle arabaya bindirdim. Sinsice bir sırt çantası hazırladım, yedek kıyafet vs. ve Kefi'ye çevirdim direksiyonu. Kendisi Ortakent sahilinde çok tatlı bir mekandır. Yazın pek uğramadık, kalabalık ve gürültülüdür diyerek ama temmuz-ağustos dışında favori mekanım. İşletmeci de tanıdık. nazımız geçiyor gerekirse.




Mekanın otoparkına vardığımızda Emre ''inmiycem'' diye tutturdu. Neden denge bisikletini almamışız? Pedalsız olan bu bisiklet iki oğlumun da favorisi. Allem ettim kallem ettim, bir şekilde ,surat asarak da olsa  indi. Sabah saat dokuz. Herkesin totosunda pireler uçuşuyor daha. Kimsecikler yok. Tam bize göre.


kendi güzel, ruhu güzel oyuncu anne
Oyuncu annenin kitabını aldığımdan beri bana bir haller oldu. Kitaptan önce ''evcilik'' oyunları dışında oyun oynamayı düşünmemişim bile. Şimdi ise Emre'nin beş dakika oynadığı ve en az 15-20 lira bayıldığım transformers zımbırtıları  ya da hot wheels arabaları dışında bir şeyler alabiliyorum. Bakın ne diyor bu güzel anne:

''Şunu önereyim, en basiti .Marketten 2 kg ince bulgur alıyorsunuz ve bir leğene döküyorsunuz. Buyrun size kum havuzu. İçinde oyuncak develer gezdirip çöl oyunları oynayın. Çöl yaşantısı, develer, hörgüçleri hakkında bilgiler verin. Sonra aynı leğenin içine iş makinalarını, kepçeleri koyun, hafriyatçılık oynayın. Sonra içine bir huni bir şişe koyun, huniden akıtarak şişeye bulgur doldursun. Sonra içine oyuncak altınlar, paralar, kullanmadığınız sahte takılar vs. koyun. Elinize de bir harita alın. Siz çocuğunuzla birlikte hazine arayan korsan olun, bulgurun içinden altınları arayın. Daha olmadı giyin mayoları bikinileri, alın elinize kürekle kovayı, sahilde oynuyormuş gibi kumla oynayın. İşiniz bitince verin eline süpürgeyi süpürsün. Önceden ayırdığınız bulgurdan birlikte pilav yapın… Sonra bulgurunuzu bir sonraki oyun için paketleyip kaldırın. Bütün iş 2 kilo bulgura ve sizin içinizdeki isteğe bakar.'' 

Şermin'in tavsiyesi üzerine minik hayvanlar almaya başladım. Penguen, fil ve baykuş aldım ilk olarak çünkü Bekçi Amos kitabında bu hayvanlar var. Okurken hayvanları da işin içine katarım diye düşündüm. Gergedan ve kaplumbağa da var ama onları bulamadım.

Pazar gününün akşamında Emre'ye dedim ki ''Hadi pengueni yüzdürelim''. Ben yemek yaptım, o mutfak evyesini doldurarak penguenle en az yarım saat oynadı. Üstelik yanı başımda, sohbet ederek. Ben onu büyüdü sanıyorum, böyle oyunlar ilgisini çekmez diye düşünüyorum oysa. Ne yanılgı değil mi..

Dönelim pazar sabahı saat dokuza. Baktım ben gibi erkenci bir hanım kahvaltı ediyor. Bir de Afrika asıllı, çikolata renginde bir çocuk Emre yaşlarında. Önce yabancı sandım ama Türkçe konuşuyorlardı. Biz kendi havamızda takılmaya başladık. Lego tarzı birkaç oyuncak vardı, çocuklar onlara daldı. Kahvaltı istedim. Babayı uyandırmadım, telefonum da yoktu zaten.

Bir süre sonra kaçınılmaz olarak çocuklar kaynaştı ve ben mutlu mutlu kahvaltı ettim demek isterdim ama ne gezer? Çocuklar kaynaştı sahiden ama önce onlara top aldım marketten, sonra gözden kaybedemedim tabi, Peşlerinde dolaştım. Eren zaten her an tehlikeye açık. Bir ara mama sandalyesinde oturdu, ben de bir şeyler yedim. Emre patates kızartması istedi ama elini bile sürmedi.
Elbette denize girdiler ve baba kişisi geldi bu arada (Garsonun telefondan aradım kendisini).

Çok bilmiş ve empati yoksunu bir süslüyü uyarmak zorunda kaldım ,çocukların oynadığı pet şişeleri toplamaya kalktı hanfendi. Zaten bir sen duyarlısın çevreye di mi?

Öğlene kadar kaldık orada. Çocuklar mutluydu. Ben de açık havada  rahat ediyorum her zaman. Çok yoruluyorum ama evde üstüme üstüme gelen onca iş-güç beni zihinsel olarak daha çok yıpratıyor. Bir sene sonra hiç içeri girmeyiz biz.

Bazen diyorum ki ''Biz Bodrum'da ne yapıyoruz?'' Kimsemiz yok burda. Eş dost kendi derdinde. Çat kapı girebileceğim tek bir komşum yok. Yine de bir gün başka bir şehre taşınırsak beş dakikada deniz kıyısına inebilmeyi özleyeceğimi biliyorum.

Mutlu sonbaharlar efendim herkese.


Benzer Yazılar

11 yorum

  1. Yanıtlar
    1. Hımmm... Düzce'yi özlüyor muyum bilmiyorum Cem ama gelip geçene laf atmayı, esnafla muhabbet etmeyi, mahallenin kızı olma duygusunu, komşu evine teklifsiz dalmayı, çocuklardan kimsenin rahatsız olmayacağını bilmeyi , üşüten sabahlarını ve gecelerini, annemin evde yaptığı mısır ekmeğini özlediğim kesin..

      Sil
  2. merhaba bloğunuzu mavinin güncesinde görüp hemen geldim ve takibe aldım bende bloğuma beklerim

    http://misevimm.blogspot.com.tr/

    yalnız yukarıda ki yorumda beni bir heycanlandırdı Düzce limisiniz acaba? yani bende düzceliyimde o yüzden sordum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet Meltem Düzceliyim :) Vay be ,koca blog aleminde bulduk birbirimizi.

      Sil
    2. Vallahi oyle oldu duzce yazisini gorunce nasi yani oldum once ay cok sevindim simdi ya :)

      Sil
    3. Vallahi oyle oldu duzce yazisini gorunce nasi yani oldum once ay cok sevindim simdi ya :)

      Sil
  3. Bütün Duzce'liler toplandik desenize:))

    YanıtlaSil
  4. Düzceli değilim ama araya gireceğim :)
    Denizimiz olmasa da bu mevsimde çook sakin olan bir 'göl' plajımız var, biz de ara ara oraya kaçmaya bayılıyoruz. Bu sene hiç gitmediğimizi fark ettim bu yazıyla, haftasonuna bir sepet, kova-kürek ayarlamalı...

    YanıtlaSil
  5. Merhaba Elif,dün uçakla hooop İstanbul'a geldim.Daha şimdiden özledim yeni döndüğüm yeri.Gelir gelmez kızım beni karşıladı,daha arabada küçük,kısa bir değdirdik birbirimize. Bana; onu yirmi yaşımda doğurduğum için ve atipik bir anne olduğum için,''Niye normal anneler gibi,hafif yaşlı ve dingin değilsin?,beni yoruyorsun!...''derdi.Hiç bir zaman normal bir anne olmaya ne onun için,ne de mış gibi yapamıyacağımdan niyetim yok.İşte senin sahilde keyfini kaçıran o kadın gibi binlerce var prototip kadınlardan.Zaten oldum olası basit kadın toplantılarından da hiç hazzetmem.Biz Uşak'ta ve ben onyedi yaşımdayken babamın meslektaşlarının,yani hakimlerin hanımları gelirdi.Bir tabak çörek karşılığında anneme yardım ederdim.Ama kimin kiminle konuştuğu belli olmayan o günlerde,yatak odasında özenle üstüste konmuş kürkleri kesesim gelirdi.Neyse canım,bu arada iki oğlun varmış. Allah bağışlasın.Ben hem biraz sert,fakat onlar küçükken olmadık oyunlarla yerlerde sürüklenirdim adeta onlarla,oyunları da ben bulurdum.Oğlumla en çok isim-şehir (vs başlıkları olan)oynardık.Yazarken N harfinde hayvan ismini bulamazdı,onu kandırıp vardır sen de onu yaz derdim.İnanırdı.:)).Annelik kadar hiç bir şeyi sevemedim. Oğullarımın birini onüç günlükken,diğerini onüç yaşındayken kaybettim.Son kaybımın vuku bulduğu 1991 den beri,hayatı yazıp yaşıyorum,zira belki kaybetme fobimden böyle kurtulurum diye.En azından başıma gelenlerden, kendimi suçlama seçeneğim olsun diye de.Zira Allah'a isyan etmek istemem.Çok keyifli bir yazı olmadı ,ama beni her konuda uyarabilirsin kızım.Güzel bir gün olması dileğimle..Ece ablan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Günaydın Abla. Estağfirullah, uyarmak ne kelime. Siz bizi ikaz edin gerekli görürseniz. Herkesin anneliği kendine. Kimseyi eleştirmek, yargılamak haddimiz değil. Anne olunca yaradılışımız değişmiyor, nasıl bir insansak öyle de bir anne oluyoruz değil mi?
      Oğullarınız için çok üzüldüm. Allah kimseyi evlat acısı ile sınamasın. Yazmak en iyi ilaç. Sizin kitabınızı çok merak ediyorum. Alacağım ilk fırsatta.

      Sevgiler Bodrum'dan..

      Sil
  6. Yorumlar klavyedeki bir işareti kabul etmiyor,o nedenle eksik yazı olmuşN harfindeki hayvan'Nedircik yavrusu!'çıkmamış.

    YanıtlaSil