ÖTEKİLER, TUNCAY ÖZKAN

Yazar Cuma, Nisan 18, 2014 ,



Önemle belirtmek isterim ki siyasetle hiç mi hiç alakadar değilim.  ''Lohusa modu'' Eren'in 7 aylık olduğu bugünlerde hala devam ediyor ,muhtemelen sütten kesene kadar geçmez. Uykusuzluk , vicdan azapları, koşturmaca derken salim bir kafa ile ülke gündemini değerlendirmem mümkün değil. Özetle bu yazıda siyaset olmayacaktır.

Tuncay Özkan'ı ilk olarak ''Biz kaç kişiyiz'' hareketi ile duymuştum. Sonra Ergenekon'dan hapse girdiğini , kızı Nazlıcan'ın kederini, eşi Duygu 'nun (Yıllar öncesinin lolitası Duygu Dikmenoğlu'ymuş bu Duygu!) sabrını okudum genellikle pazar eklerinde. Kitap tamamen tesadüfen elime geçti , çalışma arkadaşımın masasından aşırdım aslında.

Her zamanki okuma iştahımla bir günde okudum. Keşke ilk sayfadaki Tuncay Özkan biyografisini atlamasaymışım çünkü kitap boyunca anlatılanı Tuncay Bey'in yaşam öyküsü sanarak dehşetten dehşete sürüklendim. Son sayfada ''Hüseyin Yanç'ın yaşam öyküsüdür'' notunu okuyunca derin bir nefes aldım.

Tunceli'nin bir köyünde doğar Hüseyin. Bizim hayal edemeyeceğimiz boyutta bir yoksulluğa açar gözlerini. Babası ölmüştür. Yaşama mecburiyeti defalarca vurgulanır öyküde. Hüseyin ne yaptıysa sağ kalmak, ölmemek için yapmıştır. 90'lı yıllarda PKK'ya katılır. Öcalan ,Sakık, Karayılan gibi aşina olduğumuz isimlerle dağlarda epet vakit geçirir. Yeri gelir öldürür, yeri gelir ölenlerin başında ağlar.Yıllar sonra örgütten ayrılır, İstanbul'a gelir. Evlenir bir kızı olur. Deli gibi çalışırken geçmişten gelen bir bela başına sarılır ve hiç ilgisi olmayan bir olaydan hapse girer. Sonrası kötü. Çok kötü.

Ne olursa olsun insanın insan olduğunu hele ki genç insanların arzularının dağda bile kendine yol bulduğunu, kadın olmanın zorluk ve çelişkilerini, insanın en çok korktuğumuz hayvandan bile daha vahşi,acımasız ve korkunç olabileceğini anlatır yazar sayfalarca. Ölümün ne kadar sıradan olduğunu , bir erkeğin bir kadını elde etmek için dava arkadaşım dediği başka bir erkeği pisi pisine ölüme gönderdiğini sonra da o kadınla evlenip barklanıp çocuk sahibi olduğunu , devrim nikahı sonrası doğan çocukların köylerde rastgele bir ailenin yanına bırakıldığını, dağların heybetini ,güzelliğini , yıllardır nice yirmi yaşında evladımızı toprağa verdiğimiz bu anlaşılmaz savaşın arka planındaki insan öykülerini okuruz ve kafamızda deli sorularla bitiririz kitabı.

Bana acının resmini çizebilir misin Abidin? Gencecik insanların neden açlıktan öldüğünün cevabı var mı? İnsan her coğrafyada aynı değerde midir? Değilse neden değildir? Yeryüzünün kaynakları herkese yetebilecekken neden para için, güç için insan hayatı ve onuru hiçe sayılmaktadır? Bazı çocuklar el bebek gül bebek büyürken bazıları neden tanımadığı bir ailenin yanında büyümek zorundadır?

Hele ki günümüzde ne kadar da naif kalıyor bu sorular. Para yeni Tanrı'mız. Para için herşey mübah. Öldürmek, tecavüz etmek , hapse atmak vaka-i adiyeden sayılıyor. Bu işte sizce de büyük bir yanlışlık yok mu?

Benzer Yazılar

0 yorum