BENCİL TİMSAH
Bu aralar Emre aynen böyle |
Emre 6 gibi uyandı ve beni kaldırmadı. Aynı odada babası ile uyuduğundan mıdır bilemiyorum. Bu aralar hep yaptığı gibi üst kata çıktı ve televizyon / bilgisayar ile vakit geçirdi. Baba da üst katta bir battaniye ile kah uyudu kah Emre'ye cevap yetiştirdi , oyunda takıldığı yerlerde yardım etti , kanal değiştirdi. Mütemadiyen birşeyler için mızmızlandığını duyuyordum. Eren gene bol uyanmalı bir gece geçirdi sağolsun. Sabah 7 gibi kendimi babanın diğer odadaki yatağına attım ve anında bayıldım. 8 'de Emre ve eşim bakıcıyı almaya gideceklerinden hem yattığım odanın hem de Eren'in uyuduğu yatak odasının kapılarını aralık bıraktım. Bakıcının geldiğini , aşağıya inip biraz vakit geçirdiğini duydum. Eren'i alıp yukarı çıkmış.
doktor çikolata |
Okulda Emre patiklerini giydirmemi ve ona sıkıca sarılmamı istedi. Canım ,canım oğlum. Öyle masum boynunu bükerek ''sarılalım anne'' deyişi var ki...İçimden bir ses ''Al çocuğu , bırak işi gücü , bu günler geri gelmeyecek'' diyor hep böyle anlarda. Oysa dışarı çıkmadan tek bir haftasonunu bile geçiremiyoruz ne yazık ki. Mutlaka sinir krizi aşamasına geliyoruz. Çok keyifli uyansa da, uykusunu almış olsa da illa ki babasını veya beni zorlayacak birşey buluyor. Her dakika hareket halinde olacağı bir aktivite istiyor. Çok şükür ki İstanbul'da değiliz. Bisikleti, scooter'ı kapının önünde. Merdiven inmek- çıkmak yok. Yürüme mesafesinde market yok. Bunlara rağmen ''Kurabiyemi neden ısırdın ; çabuk onu eski haline getir , üstümü babam değiştirsin, çikolatalı ekmek istiyorum , neden bana yardım ettin ben kendim yapacaktım, o yoldan gitmiycektik bu yoldan gidecektik '' gibi herhangi bir şey bulup ağlamaya başlıyor. Önceden neye mızıldanacağını tahmin etmeye çalışıyoruz habire. Öyle ki geçen sabahların birinde kendi montumu unutmuşum kış günü ama olur da isterse diye yağmur çizmelerini ve oyuncak çöp kamyonunu almayı unutmamışım. Babayla bazen başbaşa oturma fırsatı buluyoruz ; genellikle benim hastanenin kafesinde. Arada başkaları ile sohbet etsek de sanki aynı gemide seyahat eden , karayı görmeye çalışan iki yolcu gibi dış dünyadan izole olduğumuzu hissediyorum. Onun sabrı ve sükuneti olmasa gemi çoktan alabora olmuş olabilirdi.
Bir haftadır akşam okuldan çıkmak istemiyor bu arada. Cuma günü en son çıkan çocuk Max'ın annesini bekledik. Okuma köşesinde oturup kitap okuyoruz .Öyle güzel kitaplar var ki ,ben de okumayı çok seviyorum. Kapakları ,resimleri , yazıları içimi açıyor. Bazen diğer çocuklardan da gelen oluyor kitap dinlemek için . Öyle anlar beni mutlu ediyor , çocuklarla aram hep iyi oldu , sabrım çok fazladır onlara karşı. Bu nedenle belki annelik beni zorlamaz sanmıştım. Ne yanılgı!
Gün gelecek , oğullarıma sarılmak için onlardan izin bile isteyemeyeceğim biliyorum. Erkek çocuklar özellikle eregenlikte ciddi bir mesafe koyuyorlar ebeveynlerine . O zaman bu vakitleri hatırlayıp burnumun direği sızlayacak. ''Ne kadar tatlıydın'' diye düşüneceğim, ''Kocaman gözlerin, masum tavırlarınla benim ilk gözağrım , biricik bebeğimdin , ne zaman bu kadar büyüdün??'' diyip hayret edeceğim. Hepsini biliyorum ama yine de zor büyüyor çocuklar be blogcuğum, çok zor.
2 yorum
Ne güzel yazmışsın. Bu olmadık şeye ağlama mevzusu bi tek bizlerde var galiba. Ben de neyi unuttum unutmayayım endişesi yaşıyorum dışarı çıkarken o bile büyük stres. Oysa bakıyorum yabancılarda küçücük çanta yoksa da kabulleniyor çocuk genelde de zırlamıyor nerde fark yapıyoruz bilmem
YanıtlaSilSevgili Gece.Ben ''ağlamaması'' odaklı yaşamamızı yanlış buluyorum. Ağlatmamak başlıca görevim sanki. Oysa ağlamalı, hayal kırıklığına uğramalı. Ağlamasını geciktirmeye ne kadar çalışırsam çalışayım illa bişey buluyor ağlayacak oysa ki.
Sil